9.sınıf öğrencileri hayal güçlerine kullanarak çanta sahiplerine ait öyküleri kaleme aldılar.
9 D --- Lydie hem uçağa yetişmenin acelesi hem de Levent’e alacağı naneli çikolatayı bulmanın telaşı içindeydi. Boy boy sıralanmış hediyelik eşya ve turist el kitabı satan dükkanlardan birine koşa koşa girdi. Önce çikolatalara göz attı. Aradığını bulunca İstanbul tarihini anlatan bir kitap bulmaya çalıştı. Uçağın anonsunu duyunca oyalanmadan bir kitap seçti ve hızlıca ödemeyi yapıp çıktı. Uçakta el kitabına göz atarken aklında Levent’ten başkası yoktu. Yemek servisi başlıyordu. Bütün uçağa yayılan makarna kokusu her ne kadar canını çektirse de her saat biraz daha artan mide ağrısı yüzünden hiçbir şey yiyemeyecekti. Son zamanlarda gereğinden fazla aldığı mide ilacına uzandı ve ağrılarının son bulmasını umarak gözlerini kapadı. İstanbul havalimanı düşündüğünden çok daha pisti. Çantasındaki ıslak mendile uzanırken arkasından bağıran sesle irkildi “Lydie!”. Sesin kimden geldiğini anlamak için arkasını dönmesine gerek yoktu. Bu aylardır görmeyi beklediği Levent’ti. Kendine bile itiraf edemediği duygularla yeniden yüzleşmek zorundaydı. Yıllardır boğuştuğu yalnızlık ve terk edilmişliğin ağırlığı giderek hafifliyordu. Levent’le aptal bir internet sitesinde tanışalı iki yıl olmuş, bu süre zarfında Lydia İstanbul’a dört kere gelmişti. Levent’e de Fransa’ya gelmesini teklif etmiş fakat Levent her defasında bu teklifini sertçe reddetmişti. Levent çok az bildiği Fransızca ile Lydie ise turist Türkçesi ile anlaşmaya çalışıyordu. Levent’in isteği üzerine geceyi onun evinde geçirdi, birkaç saat sonra kalktığı zaman Levent yerine kötü bir el yazısıyla ve neredeyse anlaşılmaz bir gramerle yazılmış bir not buldu “11 gibi geleceğim”. Lydie bu evde çok kez Levent’le beraber olmuştu fakat şu anda kendini yalnız ve buraya tamamen yabancı hissediyordu. Bir saat sonra kapı kilidinde usulca dönen anahtarı duydu. Levent elinde pembe kağıtlara sarılmış bir kutu getirmişti. “Senin... senim için aldım.” kutunun içinde Fransızca bir roman vardı. Lydie sonraki gün uçağı kalkana kadar bu kitabı okuyacaktı. Ertesi sabah Levent onu havaalanına gerektiğinden çok daha erken bir saatte bıraktı. Sanki ondan bir an evvel kurtulmak istiyor gibiydi, fakat bu Lydie’in mutluluğunu bozamazdı. Uçağının anonsu yapıldığında güvenliğe doğru ilerledi. Bavullarının kontrolden geçmesini beklerken bir görevlinin ona İngilizce bir şeyler söylediğini fark etti, “Bizimle gelmeniz gerekecek”. Lydie anlamamış bir şekilde görevlilerin çantasındaki hediye paketinden şeffaf kağıtlara sarılmış beyaz tozlar çıkarmalarını seyretti. Arkasından biri onu kollarından sertçe tutup çekerken “Bu şeyler benim değil!” diye bağırmaya çalışıyordu.
Kim: Gülnar - Cinsiyet: Kadın - Yaş: 43 - Meslek: Yardımcı - Bakıcı - Yer: Kadıköy - Zaman: 2019
9 D --- Bir Cuma sabahı, yine günlük işlerini yapmak için sabahın erken saatlerinde kalkmıştı. Çalıştığı evin çocuklarına sabah kahvaltısı hazırlayıp onları servislerine götürmüştü. Özbekistan’daki çocuklarını okutabilmek için çektiği zahmetlere büyük bir özveri ile boyun eğiyordu. Günbegün kötüleşen hastalığı ev işlerini yapmasına engel oluyordu. Buna rağmen yapmak zorunda olduğu işlere (büyük bir itina ile) devam etmeye çalışıyordu. Her sabah olduğu gibi, mutfaktaki alınacaklar listesini alıp, iki sokak arkadaki markete doğru yol aldı. Adımları güçsüz ve seyrekti. Alışverişi oldukça hızlı yapmaya çalışarak eve geri döndü. Binadan içeri girdikten sonra simasını tanımadığı ancak giyimlerinden devlet memuru olduğunu düşündüğü orta yaşlarda iki adam gördü. Memurlardan biri bu evdeki çalışan hakkında bir ihbar olduğunu söyledi. Gülnar, o anki şokun etkisiyle basireti bağlandı ve tek kelime dahi söyleyemedi. Gözleri kararan Gülnar, yere yığıldıktan sonra gözlerini açtığında kendini hastanede bulmuştu. O bir saatlik bayılma anında bile omuzlarındaki hayatın onu zorladığı sorumlulukların yükünü hissediyordu. Uzaktaki gurbet hayatı, çocuklarına, ailesine duyduğu özlem, maddi imkansızlıklar onu bir an dahi rahat bırakmıyordu. Yüzünden o mahmur ve yorgun ifade herkes tarafından okunabiliyordu. Şimdi ise kaçak çalıştığı duyulursa olabilecekleri düşünemiyordu. Kapının açılma sesiyle çalıştığı evin sahiplerinin odaya girdiğini gördü. Kalbinin çarpıntısı duyulabilecek düzeydeydi. Ne var ki Sedef ve Yusuf ona göre daha rahat ve sakindi. Gülnar’ın yaşadığı ve hissettiği şeyleri bildiği için onu bir an önce rahatlatmak için bütün sorumluluğu üstlerine aldığını ve oturma iznini bir an önce çıkaracaklarını söylediler. Gülnar, Sedef ve Yusuf’un iyi niyetinden dolayı içine su serpilmişti. Artık daha rahat ve huzurluydu.
9 D --- Sevgili günlük sabah saat 8.45’te kalkar kalkmaz B vitaminimi ve detoks suyumu içtim. Eski nişanlıma inadımdan her gün bunu yapmam lazım. Ama ben bunlarla uğraşırken hala acımı bastıramazken o bugün evlenecek. 6 yıl boyunca sürmüş olan aşkımızı bu kadar kısa sürede unutmasına inanamıyorum. Benim ona en çok ihtiyacım olduğu zamanda beni terk etti. Bugün düğününe gidip ona ne kaybettiğini gösterceğim. Onun bundan haberi yok çünkü davetiyeyi dün arkadaşımdan çaldım. Düğün saat 1’de, çabuk olmam lazım. Kahvaltı etmeye zamanım olmadığı için diyet listemi not defterimin arasına koyup çantama attım. Gözlüğümü de alıp kuaföre gitmek amacıyla evden çıktım... Kuaförden sonra kuru temizlemden elbisemi alıp hazırlanmak için eve döndüm, kremimi sürdüm, makyajımı yaptım ve onun sevdiği kokuyu sıkıp evden çıktım. Çıkmadan önce Cihanʼın bana aldığı nişan yüzüğünü altın kesesini yanıma almayı unutmadım. Düğüne tam vardığım sırada onları o kadar mutlu görünce son bir defa sevdiğim adamın ellerimden gidişini gördüm.
9 B --- Havalimanındaydım, uçaktan yeni inmiştim, hemen bir gazete aldım. Dönüşte okumak için uçaktan teknolojiyle ilgili bir dergi aşırmıştım. Annemin evine doğru yola çıktım ama önce bir eczaneye uğradım. Yanımda raporum yoktu ama röntgenimi gösterince ilaçlarımı verdiler.
Kuzenim Fatih kemoterapist olduğundan dolayı Türkiye’de de rahat bir şekilde kemoterapime devam edebilecektim. Annemin evine vardığımda, annem bana bir sürü yemek yapmıştı. Ben de boş durmayıp, yeğenlerime Almanya’dan getirdiğim ucuz çikolataları verdim. Kurban bayramı olduğundan dolayı, sonraki gün iki tane dana aldık, babamla beraber kestik. Eti konu komşuya dağıttık ve bayramı kutladık.
Bir hafta sonra, şirket toplantıya çağırdı ama biletim yoktu. Ben de paraya kıyıp hemen bir bilet aldım. Uçağa bindim, Almanya’ya geldiğimde hemen taksiye binip eve gittim. Çok yağmur yağdığından taksiyi zor bulmuştum. Aceleyle giyinip, toplantıya gitmek için otobüse koştum. Otobüste bana kötü kötü bakan bir grup çocuk vardı. Okuduğum teknoloji dergisinden Türk olduğumu anlamışlardı ve benimle aynı durakta indiler. Bir süre beni takip ettiler, ben ürküp daha hızlı yürümeye başladım. Onlar da koşmaya başladılar. Meydanda polislerin devriye attığını biliyordum, onlara gidebilirsem kurtulabileceğimi de biliyordum ama gördüğüm son şey bana savrulan bir bıçaktı.
9 A ---
Ilona’nın uçağı saat sekizde Atatürk Havaalanı’na indi. Mide rahatsızlığı olduğu için her gün alması gereken ilacı içebilmek için gördüğü en yakın büfeye gidip kendisine bir protein bar aldı. Sonra da ilacı içti. Hemen otele gitmek, eşyalarını düzenlemek ve ardından İstanbul’u baştan sona gezmek istiyordu.Oteline gittiğinde bavulunu bir kenara açıp, üstüne rahat kıyafetler giydi, güneş kremini sürdü ve parfümünden iki fıs sıkıp dışarı çıktı. Süslenmekten çok hoşlanmazdı. Havaalanından almış olduğu İstanbul gezi rehberinden gideceği ilk yeri seçmişti, Adalar. Önce vapura ulaşması gerekiyordu ve Kadıköy’e indi. Daha önce duyduğu ancak hiç denemediği Türk kahvesinden bir paket aldı ve iskeleye yürümeye devam etti.Vapurda dışarı oturmaya karar verdi ve çantasından merakla okuduğu Orhan Pamuk’un Kar isimli kitabını çıkarttı (tabii ki fransızcaydı).Zaman su gibi akmıştı, henüz birkaç sayfa okumuştu ancak vapur Adalar’a ulaştı. Biraz gezdi, alışveriş yaptı ve su almak için markete girdiğinde en sevdiği marka çikolatayı gördü, hem de naneli ! Ne kadar midesine zarar verecek olsada çikolatayı aldı.Sadece bir parça, bir parçacık daha diyerek bütün paketi bitirmişti. Her şeye rağmen çikolataya karşı koyamadı.Birkaç saat daha etrafı gezdikten sonra tekrar vapura bindi. Dönüş yolunda vapurun açık alanında martılara simit atıyordu. Sonra dikkatsiz bir şekilde arkasındaki koltuğa oturduğunda birden hayretle ayağa kalktı. Kuş pisliğine oturmuştu. Ne yapacağını düşünürken uçakta verdikleri ıslak mendil aklına geldi ve hemen onu kullandı.Zaten kuş pisliği bir anlamda da şans sayılmaz mıydı ? Kadıköye’e döndüğünde midesinde çok şiddetli bir yanma hissetti. Birden üstüne çok ağır bir yorgunluk çöktü ve otele geri dönmeye karar verdi. Geri döndüğünde ilacını tekrar içti, bilgisayarını alıp yatağa uzandı ve Adalar’da geçirdiği bu güzel günü bloguna yazdı. Biraz tahlisiz bir gündü fakat yarın ki macera için şimdiden çok heyecanlıydı.
9 A ---
“Tamam Türkan Hanım çıkıyorum”. Güldane evin günlük alışverişini yapmak üzere evden çıkmıştı. Geçen sene kocasının ölümünde tek başına kalan Türkan Hanım’ın tek destekçisiydi. Evin alışverişini yapar, Türkan Hanım’ın banyo yapmasına yardımcı olur, onu sabahın erken saatlerinde uyandırır, akşam oldumu o uyumadan gözüne uyku girmezdi. Yıllar yılı evin duvarlarını süsleyen eski siyah beyaz fotoğraflar Güldane’yi etkilemekle kalmamış, evin ailesine karşı saygısının oluşmasını sağlamıştı. Bu evde bir ölüme ve iki doğuma tanık olmuştu Güldane. Türkan Hanım'ın iki torununa da doğduklarından itibaren büyük bir sevgi beslemişti. Bir kız bir de oğlan. Türkan Hanım Arap oğlu derdi oğlan torununa, kızı bir İranlıyla istemediği bir evlilik yapsa da kabullenmişti kızının durumunu. Bu iki torun Türkan Hanım'ın yanı sıra Güldane’nin yanında da büyümüşlerdi. Güldane hafta sonu yatıya kalan çocukları geleneksel Özbek ezgileri eşliğinde başlarını okşayarak uyuturdu. Çocuklar da buna bayılır, geleneksel Özbek hikayelerini yataklarının içinde dinlemeye doyamazlardı. Öyle ki çocukların evde çekilen tüm fotoğrafları Güldanesiz olmazdı. Çocukların fotoğraflarını cüzdanında taşırdı Güldane. Onları uzun zamandır görmemiş olmasına rağmen duyduğu özlem kelimelerle anlatılamazdı. Her zaman olduğu gibi, Türkan Hanım'ın isteği üzere market alışverişini yapmaya çıkmış alışveriş listesini tamamlar tamamlamaz eve dönmüştü. Torbaları mutfak tezgahına bıraktıktan sonra ikindi namazını kılmak için çatı katına çıkmıştı. Güldane çatı katında yaşıyordu. Banyosu, geniş bir odası ve küçük bir salonu vardı. Odadaki kahverengi ve siyah tonlu mobilyalar nefsini daraltsada, o bu durumdan pek hoşnuttu. Güldane namazını kıldıktan sonra merdivenlerden yavaşça indi. Türkan Hanım'ın oturduğu koltuğun bulunduğu salona doğru yürüdü. Türkan Hanım koltuğunda oturmuş, yağan yağmuru izliyordu. Güldane bir yandan fırtınalı bir günde geçen bir Özbek destanını anlatırken bir yandan da masanın üstündeki bardağa su dolduruyordu. Türkan Hanım'ın ilaç saati gelmişti, ancak gözleri kapalıydı. - “Türkan Hanım” cevap alamadı Güldane. Bir daha seslendi, hafifçe dürttü. Türkan Hanım yağmuru izlerken kapanmıştı gözleri, açık pencereden salonun içine dolan yağmur kokusu eşliğinde. Önümde de iki fotoğraf duruyordu, arapoğlu ve kız torunu. Türkan Hanım'ın gözleri kapanmış olsada yüzünde bir tebessüm vardı. Son düşündüğü torunları olsa gerekirdi, en azından Güldane böyle düşünmüştü. İki doğum bir ölüm görmüştü bu evde, görevini yerine getirmişti. Artık bu evin ona ihtiyacı yoktu. Tek yapacağı taziyeleri kabul etmek, helva pişirmek, ondan sonrası belirsiz. Ertesi gün çocukları gördü Güldane, büyümüşlerdi, haliyle ağlamaklıydılar, tek diyebildikleri “keşke” idi. “Keşke görebilseydik, konuşabilseydik onunla.” Güldane en son ikindi namazı kılalı yirmi dört saat olmuştu. Helva pişiriyordu, elinde başörtüsü, tüm gün boyunca hiçbir şey hissetmemişti. Çok sakindi hem de hiç olmadığı kadar. Gözleri ıslandı, yutkundu. Sadece bir kaç damla göz yaşı döktü. Hemen yanaklarını sildi ve mutfağın yolunu tuttu.
Düğün Günü
9 B ---
Sıcak bir Nisan sabahıydı. Emel; orta yaşlı, kilolu, güzeller güzeli bekar bir kadındı. Fazla kilolarından dolayı diyetisyeninin verdiği listeye uymaya çalışıyordu. Sabah toplantısına gitmeden önce detox suyunu içmişti. Emel, 15 yıldır çalıştığı bankada şube müdürüydü ve işine çok önem veriyordu. Sabah 6.00’ da kalkıp, çıkmadan önce, düğün için gerekli eşyalarını da yanına almıştı. Bu öğlen, toplantısından sonra, çok yakın arkadaşı olan Begüm’ün düğününe gidecekti. Toplantıda, yeni aldığı küçük not defterine önemli notları alıyordu. Toplantı biter bitmez aceleyle yan sokaktaki kuaföre gitti. Manikür yaptırdıktan sonra, kuaförün eline sürdüğü nemlendiricinin kokusunu çok beğendiği için nemlendiriciyi satın aldı. Lavanta, en sevdiği kokuydu çünkü ona annesini hatırlatıyordu. Bunları düşünürken, ilaç saatinin geldiğini fark etti. Hemen çantasından ilacı çıkarttı ve bir bardak su istedi. İlacı tekrar çantasına koyarken düğün davetiyesinin yanında olmadığını fark etti. Hemen kuaförden çıkıp eve gitti. O kadar aceleyle çıkmıştı ki planladığı gibi kuaförde giyinip düğün için hazır olamamıştı. Eve geldiğinde, masanın üzerindeki davetiyeyi aldı ve giyinip evden çıktı. Duraktan taksi çağırdı. Evlendirme dairesine gelip taksiden aceleyle indiğinde telefonunun ve cüzdanının yanında olmadığını gördü. Hemen düğüne girdi, yakın arkadaşının yanına gidip onun telefonundan taksi durağını aradı, telefonunu ve cüzdanını takside bırakmış olabileceğini söyledi. Ne mutlu ki, eşyalarının takside olduğu ve onları istediği zaman duraktan alabileceği söylendi. Emel çok rahatlamıştı. Emel, düğünden erken çıkamayacağını bu yüzden akşam gelip eşyalarını alacağını söyledi. Bu iyi haberden sonra, lavaboya gidip lavanta kokulu, onun için çok özel ve anlamlı olan parfümünü sıktı ve sonra çıkıp çılgınlarca dans edip eğlendi. Düğünün sonunda Begüm’e yarım altın taktı ve en sonda pasta da kesildikten sonra duraktan eşyalarını almak için düğünden çıktı. Durağa geldiğinde, eşyalarını bulup durağa getiren adama çok teşekkür etti, telefonunu ve cüzdanınını alıp başka bir taksiyle evine geri döndü. Emel, çok yorucu ve stresli bir gün geçirmiş olsa bile düğünde gerçekten çok eğlenmişti. Eve gelir gelmez olduğu gibi kendini yatağa atmış ve uyumuştu.
9 A ---
Kemal Bey, her sabah yaptığı gibi okul için hazırlandı. Okula yürürken gördüğü büfeden gazete ve dergisini aldı ve yürümeye devam etti. Okula vardığında ilk iki derse girdikten sonra kahve molası vermek için öğretmenler odasına gitti. Aldığı dergi ve gazeteleri karıştırırken vücuduna şiddetli bir ağrı girdi. Çantasından ilaçlarını almaya çalışırken bir anda bayıldı ve odadaki herkes telaşlandı. Kemal Bey’in kız arkadaşı Sevda Hanım (23), hemen ambulansı aradı. Ambulanstaki görevli Sevda Hanım’a Kemal Beyin sürekli kullandığı bir ilacı olup olmadığını sordu. Sevda Hanım da mevsimsel alerjisi olduğu için alerji ilacı kullandığını söyledi. Hastaneye vardıklarında MR çekildi ve kan tahlili yapıldı. Sonuçlar çıktığında doktorlar kanında kanser hücresi olduğunu gördü. Bunu hastayı telaşlandırmamak için ilk olarak Sevda Hanıma söylediler. Sevda Hanım bunu öğrendiğinde ‘Ben ne yapacağım?’ diye ağlamaya başladı fakat daha sonra Kemal Bey’in çok fazla arsası olduğunu hatırlayıp, onunla evlenerek tek mirasçısı olmaya karar verdi.
Tabii ki de bu planını Kemal Bey’e yansıtamayacağı için yanına ağlayarak gitti ve ona acı haberi verdi. O gece birbirlerine sarılırken uyuya kaldılar. Ertesi sabah Kemal Bey Sevda Hanım’dan önce uyanarak aşk dolu bakışlarla Sevda Hanım’ı izledi. Sevda Hanım uyanmadan önce hastaneden çok güvendiği bir tanıdığına 34 karanlık bir pırlanta yüzük almasını rica etti ve gerekli parayı verdi. Kemal Bey taburcu edildikten sonra Sevda Hanım Kemal Bey’in odasına girdi. Tam o sırada Kemal Bey kalp krizi taklidi yaparak göğüsündeki cebinden pırlanta yüzüğü çıkardı. Sevda Hanım olayın şokuyla çığlık atarak “EVEEEET” diye bağırdı. 1 ay boyunca Kemal Bey Sevda Hanım’ın yoğun isteklerinden bir türlü fırsat bulamayıp kemoterapiye gidemedi. Ayın sonunda düğün günü gelmişti. Kemal Bey çok halsizdi ama Sevda Hanım üzülmesin diye yüzüne yansıtmamaya çalıştı.
Düğünlerine Kemal Bey hiçbir arkadaşını davet etmedi çünkü hiçbirinin bu halini görüp üzülmesini istemedi. Düğünde sadece elli kişi vardı ve bunlardan kırk dokuzu Sevda Hanım’ın arkadaşları ve ailesiydi. Düğündeki ellinci kişinin kim olduğundan kimsenin haberi yoktu. Kokteylden sonra düğün merasimine geçildi. Sevda Hanım nikah memuruna coşkuyla “EVET” dedikten sonra sıra Kemal Bey’e geldi. Ağzını açtığında Kemal Bey’in nefesi kesildi ve öldü. Düğündeki kargaşanın arasında Sevda Hanım nikah memuruyla mirasçı olup olamayacağını konuşurken, kalabalığın arasından yirmili yaşlarda genç bir adam kendisinin Kemal Bey’in oğlu olduğunu iddia etti. Düğün salonu bir anda sessizliğe büründü. Artık herkes ellinci kişinin kim olduğunu biliyordu. Sevda Hanım şaşkındı. “Onun kimsesi yoktu, bir yabancıya mı güveneceksiniz?” dedi. Ama genç adam ısrar etti “Bana inanmazsanız hemen test yaptırabiliriz. Kemal Bey benim babam ve uzun süredir onu arıyordum... tabii tanışma şansım olmadı.” dedi. Daha sonra babası morga kaldırılırken genç adam da hikayesini Sevda Hanım’a, polis memurlarına ve meraklı misafirlere anlatıyordu. Sevda Hanım artık ikna olmuştu ve mirası asla alamayacağını fark etti.