Benliğinimizi Kolayca Bulabilir Miyiz?

 

Herkes kendi benliğini bir şekilde bulma çabasındadır. Yeni şeyler denerler, yeni hobiler, yeni arkadaşlar edinirler ya da tüm hobilerinden vazgeçip kendilerini soyutlarlar. Herkes bir şekilde kendisinin nereye, kime ait olduğunu bulmaya çalışır. Hermann Hesse’nin yazdığı “Siddharhta” romanında da ana karakter Siddhartha’nın kendi benliğini arama yolculuğuna gireriz.

Siddhartha hayatının büyük bir kısmını Samana olarak geçirir ve dünyevi zevklerinden vazgeçer. Oruç tutar, sabırlı olmayı öğrenir ve hep düşünür. Yemek yemek için ormandan ayrılır ve insanlardan para dilenir. Bir gün arkadaşı Govinda ile Gotama’nın dinletisine giderler ve bir günü orada geçirirler. Günün sonunda Siddhartha Gotama’nın dedikleriyle kendi düşünceleri çok uyuşmadığı için ondan ayrılmaya karar verir ve arkadaşı Govinda’yı orada kendi benliğini bulmak üzere tek başına bırakır.

Biz insanlar da bazen kendi benliğimizi bulmamız için kendi doğrumuzu takip etmemiz gerekir. İnandığımız şeyin peşinden gitmeliyiz ve bu yolda önümüzü kesen bir şey varsa ondan kurtulmaya çalışmalıyız. Ben de kendi benliğimi bulmak adına bazen kendimi yaptığım şeylerden soyutladım ve sadece içimdeki mutluluğu bulmaya çalıştım. Hobilerimden, arkadaşlarımdan bir süre uzak kaldığımda fark ettim ki bazen her gün yaptığımız günlük rutinlerden çıkıp o zinciri kırmak gerekiyormuş. Çünkü yaptığımız günlük şeyler bir süre sonra bize bir bakteri gibi yapışıyor ve bize yararlı bir şey bile olsa zamanla bizi aşağı çekmeye başlıyor çünkü ona çok alışmış oluyoruz ve anlamını yitirmiş oluyor. Benliğimi bulmak için yeni hobiler de edinmeye çalıştım tabii. Tatlılar yapmayı denedim, takı yaptım. Kısaca beni hayatın karmaşasından uzaklaştıracak şeyler denemek, kafamı kurcalayan düşüncelerden uzak, sakin bir ortam oluşturmak istedim kendime. Bir süre başarılı oldum da bunda. Örneğin yazın, kışın yaşadığım birkaç üzücü olay sonrasında kendimi yeniden kazanmak ve hayata dönmek, o monotonluktan çıkmak için kolye yapmaya başladım. Kolye yaparken sanki ayrı bir dünyaya giriyordum. Kafamdaki tüm düşünceler, tüm endişeleri unutuyordum ve sadece yaptığıma odaklanıyordum. Arkaya da hafif bir müzik açıyordum ve benden huzurlusu yoktu. Bu şekilde kendimi yavaş yavaş tanımaya başladım. Duygularımı her zaman gizleyemeyeceğimin farkına vardım ve onlardan kaçmanın bir çözüm olmadığını öğrendim. Hayatta tattığımız her duyguyu yaşamalıyız ve içimize atıp onu bastırmamalıyız. Bence bu şekilde de insan kendi benliğini bulma yolunda önemli bir adım atmış olur.

Siddhartha masalın ikinci bölümünde şehre iner ve dünyevi zevkler kazanmaya başlar. Dansçılarla oturup şarap içer, kumar oynar, ziyafetler verir, Kamala adında biri ile tanışır. Bunlar onu kendi tarifiyle “çocuk insanlar” ‘a döndürmüştü. Hiçbir zaman olmam dediği şeye. Bir iş bulur va çalışır, çok

para kazanır ve çok para kaybeder, ev satın alır, topraklar satın alır. Fakat bir gün uykusunda bir rüya görür ve bu her şeyi değiştirir. Hayata bakış açısı yeniden şekillenir. Bunun sayesinde kimseye bir şey demeden şehirden ayrılmaya karar verir çünkü şehirdeki Siddhartha’nın kendisi olduğunu kabullenmez. Önceden gittiği ırmağa geri gider ve bir süre orada kalır. Eski körelmiş olan özelliklerini yeniden kazanmaya başlar. Benliği kaybetmeye çok yaklaşmış olan Siddhartha bunun sayesinde benliğini bulma arayışına yeniden devam eder.

Biz insanlar da çoğu dünyevi zevkimizden vazgeçemiyoruz. Arkadaşlarımızla dışarı çıktığımızda masaları donatıyoruz, gereğinden fazla yemek söylüyoruz ve yarısını yiyemiyoruz. Kart oyunları oynayıp ortaya para koyuyoruz. Ben de küçük yaştan itibaren onlarca şey denedim. Piyano çaldım, satranç oynadım, voleybol oynadım, kodlama yaptım, resim yaptım, dans ettim, uzayla ilgilendim, mimarlıkla ilgili dersler aldım, beynin çalışmasını inceledim, mikrobiyoloji dersleri aldım. Bunlar bana yıllarca onca şey kazandırdı, beni şuan ben yapan şey haline getirdi. Belki de onca şeyi deneyimlemeseydim hangisinin beni daha mutlu ettiğini ve beni rahatlattığını bulamayacaktım.

Hepimiz farkında olmasak bile bir şekilde dünyevi zevklere sahip kişileriz. Zaten olmalıyız da. Hayatı sadece benliğini aramakla geçirmemelisin bence. Hayattan zevk almayı da bilmesin. Eğlenmesini, öğrenmesini, doğruyu,

yanlışı görerek ve deneyerek anlamalısın. Hayat bir denge tahtası gibidir. Düştüğün gibi çıkmasını da bilmelisin. Bilmiyorsan da zamanla öğrenmelisin ve kendini başardığın şeyle gurur duymalısın. Hayat bir deneyimden ibarettir ve sen bunu sırf düşünerek geçirmemelisin.

L. POLAT 10 D