CESARET

Kalemini defter çizgilerine paralel olarak yerleştirdi. Zil çaldı, ders bitmişti. Defteri masanın tam ortasında, her tarafa eşit bir şekilde duruyordu. Kalemini defterinden usulca kaldırdı ve kalem kutusunun içine bıraktı, hareketleri adeta bir kule vincini andırıyordu. Masasında hiç silgi tozu yoktu çünkü hiç hata yapmazdı o. Defterini yavaşça kapattı, yazısı inci gibiydi; arka sırasında oturanlar yazısından gözlerini alamadı. Sınıf ortalamasının kırk civarı olduğu yüz puan aldığı testini diğer yüz puan aldığı testlerinin arasına, dosyasına, özenle yerleştirdi.

Sınıftan çıktı. Sanki rotasını takip eden robot gibi hiç bir tarafa bakmadan, içerisi iki boyutlu bir resme benzeyen düzenli dolabının kapağını açtı. Onunla aynı sınıftan olan üç kişi yanına geldi ve onlarla birlikte masa tenisi oynamayı isteyip, istemediğini sordu; bugünkü masa tenisi seçmelerine hazırlanıyorlardı. Cevabı bilse de kaba olmamak için birkaç saniye düşünüyormuş gibi yapıp reddetti. Masa tenisi oynamayı bilmiyordu, oynayamazdı. O, asla hiçbir konuda acemi olamazdı.

Kütüphaneye gitmeye karar verdi, yerler kaygandı ve farkında değildi. Ayağı kaydı, hatta az kalsın düşecekti ama son anda dengesini buldu. Hafif sendelemişti, panikledi ve etrafına baktı, artık mükemmel değil miydi?

Arkasındaki kız, yanındaki arkadaşına “Mükemmel, az önce hata mı yaptı o?” diyerek fısıldadı. Neyse ki arkadaşı güldü: “O ve hata yapmak mı? Yanlış görmüşsündür, onun hata yaptığı gün herhalde kıyamet falan kopar, dünyanın düzeni bozulur.” dedi. Rahatladı, sanki üzerinden onlarca kiloluk ağırlık kalkmıştı ve hafiflemişti, kimse fark etmemişti. Sendelemesini düşünürken, müdür yardımcısının ona seslendiğini duydu. Müdür yardımcısının yanında büyük ihtimalle onunla yaşıt bir çocuk vardı. Okula ikinci dönemde başlayan birini ilk defa görüyordu. Örnek öğrenci olduğundan okula yeni gelenlere genellikle  etrafı o gösterip, gezdiriyordu. Yeni gelen öğrenciyi baştan aşağı gözüyle süzdü. Okul üniformasını giymemişti, giydiği kıyafet okulun üniforma rengiyle bile uyuşmuyordu. Çorapları, çorapları birbirinden farklıydı, bu kadar da düzensiz ve salaş olunmazdı, olunamazdı. Ayakkabının bir bağcığı bağlanmamıştı. Okulu tanıttığı öğrenciler arasından en kötüsü o olmalıydı, onun bu düzensizliğine katlanmaya çalışarak gülümsedi ve kendini tanıttı. Birlikte müdür yardımcısının odasından ayrıldılar. En üstten başlayarak tüm katları dolaştırdı; geriye sadece zemin kat kalmıştı. O sırada zil çaldı, ara bitmişti ama yeni öğrenci gezdireceğinden endişelenmesine gerek yoktu. Zemin kata indiler. Karşılarına ilk çıkan şey masa tenisi masalarıydı. Öğrenciler ayrılırken masa tenisi raketlerini ve toplarını toplamamıştı. Bu tür durumlar onu rahatsız ederdi bu yüzden raketleri toplamaya başladı. O sırada yeni gelen öğrenci masalardan birinin karşısına geçti ve eline bir raket aldı. “Hadi oynayalım.” dedi. 

 Masa tenisi raketini eline almadan önce ona kaç defa hayır dediğini hatırlamıyordu. Onun gibi böyle düzensiz biriyle bir daha görüşmeyeceğinden onun kendisi hakkında kötü düşünmesini istemiyordu. Ayrıca çocuk inatçıydı ve bebek gibi davranmıştı, “Eğer benimle bir kez oynamazsan bir yere ayrılmam.” demişti, onun yaşındaki biri için bu sözler uygun muydu? Masa tenisi raketini eline almadan önce sınıfa yalnız gitmektense bir tur masa tenisi oynamasının daha mantıklı olduğunu söyleyen düşünceler, masa tenisi raketini eline alınca aklından uçup gitti. Tam raketi geri bırakacakken topun ona doğru geldiğini fark etti. Ani bir refleks ile topa vurdu, ne yaptığını kendisi bile bilmiyordu.

Yeni gelen öğrenci topu yakalayamadı. O sırada, “Bu kadar yeterli, ben kazandım.” diyerek ayrılabilirdi ama nedense yapmadı. Belki de denemek istiyordu, zaten etrafta onun hatasını görecek kimse de yoktu. Top tekrar ona doğru geliyordu, topa tekrar vurdu, bir önceki vuruşundan tek farkı nedensizce ve istemsizce gülmesiydi. Artık arkadaşı olarak gördüğü yeni öğrenci, topu üçüncü kez attı. Bu sefer yakalayamamıştı ama sorun değildi veya o kadar da büyük bir sorun değildi. 

Dersleri beden eğitimiydi. Öğretmen, dersin başında masa tenisi turnuvası için hatırlatma yaptı ve katılmak isteyen olup olmadığını son bir kez sordu. O sırada hiç beklemediği bir şey oldu; yeni edindiği arkadaşı onun izni olmadan, ona sormadan, beden eğitimi öğretmenine, onu göstererek: “Öğretmenim, biz arkadaşımla oynadık, çok iyi oynuyor bence seçmelere katılmalı.” dedi. Onun bunu dediğine inanamıyordu. Beden eğitimi öğretmeni ona doğru döndü ve sordu: “Masa tenisine ilgin olduğunu bilmiyordum, katılmak ister misin?” Bu noktadan sonra hayır diyemeyeceğini biliyordu bu yüzden ağzından “Evet.” Sözcüğü çıktı. Geri kalan derslerin nasıl geçtiğini hatırlamıyordu, karnında değişik bir his vardı ve daha önce hiç böyle hissetmemişti.

 Okul bitmişti, masa tenisi seçmesine giderken az kişinin orada olmasını umuyordu ama neredeyse tüm okul, masa tenisi masalarının yanındaydı her yer tıklım tıklım olmuştu. Nerede ve nasıl olduğunu unutmuştu. Hocanın ona iki kere seslenmesi ve yanındaki arkadaşının onu dürtmesi üzerine bir rüyadan kalkar gibi oldu. Bir kabustan başka bir kabusa daha doğru bir tabir olurdu. Etrafı bulanık görüyordu, karnındaki hissi sonunda tanımlayabilmişti, en son bu hissi hissettiğinde lunaparkta bir gondoldaydı. Masa tenisi raketini eline aldı, her şey daha da netleşmişti. 

Elinden gelenin en iyisini yapmıştı ama yine de elenmişti. Garip bir şekilde kendini kötü hissetmiyordu. Hatta kârlı çıkmış bile olabilirdi bu işten. Sonuçta kendisi olmuştu, herkes gibi o da hata yapmıştı ve insanların onun üzerindeki mükemmel algısını kırmıştı. Çantasını dolabından almak için koridorda yürürken mutluydu, sanki her şeyin rengi değişmişti. Gri ve mavimsi tonlarda soluk bir resim gibi gözüken okul artık renkliydi. İçinden değişik bir şekilde güven duygusunu hissediyordu.

E. İŞCAN/ HAZIRLIK B