HER ŞEY AKAR… SİNEMA DA…

Sanat ve endüstrinin birleştiği noktada, fantezi ve finansın bir buluşması olan sinema gariplikleri olan bir iştir. Ünlü yönetmen Scorsese’nin dediği gibi, sinemanın ne olduğunu hala bilmiyoruz bile. Bir sanat çıktısının aracı olarak tanımını bulan kamera ile sınırlar zorlanarak günümüze kadar birçok farklı bakış açısı getirilmiş; en sonunda görüntüler bir formata, bir akışa oturtulmuş ve sinema doğmuştur. Ben de bu yazıda yapısı itibariyle durmadan yenilenmesi gereken bu sanat dalının buradan sonraki yapım ve tüketim yolculuğu hakkında fikir yürütmeye çalışacağım.

Daha erişebilir, daha özgür, daha bireysel

Oldukça yeni bir sanat alanı olan sinema aynı zamanda en kapsamlı ve multidisipliner yapıya sahip olan bir anlatı türüdür. Bu disiplinlerarası olma durumu kolektif çalışma düzenine ve paraya olan bağımlılığı kaçınılmaz kılmış, bu yüzden filmler sınırlı kişi tarafından ve sınırlı sayıda üretime mahkûm bırakmıştır. Mesela bir ressam paleti ve boyalarıyla kafasında yarattığı dünyayı meydana getirebilirken bir yönetmen kafasında kurduğu evreni birçok kişiye detaylıca açıklamalı ve filmi kadar ekibi üzerinde de hakimiyet kurmalıdır. Böyle bir sorumluluğa tabi tutulan birinden elbette deneyimli olması beklenir. Bu deneyimi elde edebileceği tek yer pahalı ekipmanlara zarar gelmemesi için dikkatle hareket edilen ve durmadan bağırış olan setlerdir. Setin hiyerarşik yapısıyla kişi gittikçe yükselecek ve elde ettiği bilgilerle yönetmen mertebesine ulaşacaktır. Günümüzde kişinin kendini bu sektörde var etmesi çok daha kolay. Kamera endüstrisinin özellikle 2000’lerin başlarında büyük gelişim göstermesi, insanların kameraya olan erişimini kolaylaştırmış, böylece pratik olarak çalışmalarındaki engel ortadan kalkmıştır. Hollywood’da bile bazı filmlerin telefonla çekilmesi artık film yapımının heybetli ve yoğun çalışma şartlarının sona yaklaştığının kanıtı olmuştur. Bu tarz bir düzende artık filmin yaratıcısı, onu sınırlayan bir yapımcıya ihtiyaç duymaz; böylece bağımsız işlerle özgürce kendini ifade etme yolu bulur. Yaşamayı öğreten, manipülatif bir araç. Otoriteler, toplumları yönlendirmek, bir şeyleri göze batırmadan o şeyi insanların kafasına sokmak için bir takım iletişim araçlarına başvurur. 20. yüzyılda yedinci sanat tartışmasız en önemli araçtı. İnsanlar filme gidince büyüleniyordu ve filmlerin anlattığı şeyden etkileniyordu. Kapitalist sistemin kendini var edip reklamını yapabileceği en iyi alandı burası ya da savaşta hangi safta olanın doğru (sözde) olduğunu gösterecek bir alandı

. Sinema o dönemde hem bir arşiv hem de bilgilendirme niteliği taşıyordu. Hiçbir dijital aracın olmadığı bir yerde sınırlı haber erişimi olan biri, bir kültürü izlediği filmde tanıyabiliyordu ya da hayatında hiç gitmediği Amerika’yı filmlerde görebiliyordu. En önemlisi de kişi yolda nasıl yürüyeceğini, hangi biriyle nasıl iletişime gireceğini, nasıl öpüşeceğini yani nasıl yaşayacağını bu hareketli fotoğraflardan öğreniyordu. Son 20 yıl içinde sinema bu gücünü yitirdi ve yerine internet, oyun ve sosyal medya geldi. Buradan sonra sinema sadece kendini hikâyeyle üretim yapabileceğin yeni bir evrendi. Artık tonlarca site üzerinden teyit edebilecek bilgi kaynağı ve insanların yaşamını yakından görmek için sosyal medya var. Tabii ki kişiyi sanal gerçeklik üzerinden hikâyenin bir parçası yapan oyunların da önemi büyük. Zaten yapılan yatırımlardan yakın gelecekte oyun sektörünün egemenliğini göreceğimizi düşünüyorum.

 

İzleme alışkanlıklarının evrimi

yüzyılın ikinci yarısında sinema varlığını her yerde göstermiş, birçok bölgede sinema salonları açılmış ya da açık hava sinemaları düzenlenmiştir. O dönem insanların sinemaya giderken gösterdiği özen, bugünün özel bir davetine verdiğimiz ehemmiyete eş değermiş. Topluca bir şey izlemek, izlenilene ortak olarak tepki vermek, kocaman bir perdede her şeyi rahat görmek, kaliteli ses sistemi ile detayları yakalamak filmi gerçekten deneyimlemektir. Hatta ikonik hale gelen sinema salonlarında film görmek insanların övünerek bahsettiği prestijli bir durumdur. Bugün ise, maalesef, seyirci gerek ekonomik durumu el vermediğinden gerekse evinde de filme erişebildiğinden filmi salonda izleme refleksini kaybediyor. Ayrıca pandeminin sinema piyasasını alt üst etmesiyle Atlas, Rexx gibi önemli salonlarımızın kapanma eşiğinde olması salon kültürü için büyük bir tehdit. Dijital platformlar salonların yerine geçiyor ve film izlemek, evde bilgisayardan ya da akıllı televizyondan yapılan bir etkinliğe dönüşüyor. Yeni filmler, salonlarda vizyona girmeden önce dijital platformlara geliyor. Yine de bu durum, sinema salonları artık tarihten siliniyor gibi okunmamalıdır. Elbette salonlar şekil değiştirip varlığını sürdürecektir. Vizyon filmleri yerine sadece festival filmlerinin ağırlanması ya da aralıklarla koleksiyondaki kült filmlerin oynatılması salonların yeni işlevi üzerine varsayılan teorilerin arasında. Böyle bir senaryoda; sinemaya gitmek, opera seyretmek gibi daha seyrek yapılan lüks bir etkinliğe dönüşebilir. Hem bir şeyler çekmenin hem de bir şeyler izlenmenin bu kadar kolaylaştığı bir dönemde yaratıcı işlerin artış gösterip izleyicisine kolaylıkla ulaşacağı şüphesizdir ama bu imkanlar ürünü yaratanı ve tüketeni konfor alanında tutarak, sektördeki işlerin içini boşaltarak vasat hale getirebilir. Her ne olursa olsun henüz çok genç olan sinema, çağının gereksinimlerine göre kendi kendini bir yere konumlandıracaktır.

                                                                                                                                                                    11-E     F. A. ÖZKES