OKULU YENİDEN DÜŞÜNMEK

 

Geçtiğimiz yıl birçok kişi tarafından “kayıp yıl”, “hiçbir şey öğrenilmeden geçilen yıl” olarak adlandırılsa da benim açımdan hem psikolojik hem akademik açıdan birçok olumlu gelişmenin yaşandığı bir yıldı. Önceki senelerde kendimle bu denli baş başa kalamamamın, kendimi iyi tanıyamamamın, kendimi tanımaktan kaçınmamın bir sonucu olarak kendime yabancılaşmamla sonuçlanmıştı. Şu an baktığımda hazırlık senemde aslında kendimle kalmaktan ne denli kaçındığımı, kendimi tanımadığımı, şu zamanda benim için büyük değerler ve anlamlar taşıyan olguların farkına varamadığımı kavrıyorum. Belki biraz çocukluktan biraz da kendimle kalamamaktan oluşuyordu bunlar.

İnsanların kendim hakkında olan görüşlerini düşünmekten, benzeşmekten, bir sürünün içinde kaybolmaktan kendi değerlerimi, neyi sevip sevmediğimin bile farkında değilmişim; hatta düşünmeyi unutmuşum diyorum şimdilerde. Başarının bile benim için anlamı bu dönemden önce çok farklıydı. Kişisel bir tatmin aracı olarak bile sayabilirim itiraf etmem gerekirse. Rüzgar vardı hayatımda eskiden. O rüzgar beni nereye savuruyorsa oraya gidiyor ve oraya gitmek istediğime inandırıyordum kendimi. Kendimi bulabilmiştim sonunda az çok. Karantinanın ilk başlarında (hazırlık yılının sonuna kadar), iç sesim gün boyu hiçbir şey yapmayıp “Bugün de böyle geçti” artık diyordu. 9. sınıfa başladığımda (babamın da işinin ağırlıklı olarak Bodrum’da olmasından dolayı 5 ay gibi bir süreyi, buradaki sınav haftaları hariç, Bodrum’da geçirdim) artık bu iç sesimin de sustuğu bir döneme girmiş bulundum. Bodrum’daki inzivam, öncelerinde fazlasıyla zor geliyordu. Çevremde çekirdek ailem haricinde yaşıtım kimse olmadığından arkadaşlarım ve sosyal hayatım bakımından tamamen yalnızdım. İlk Bodrum günlerimde, günümün en güzel kısımları online okulun olduğu kısımdı. Orada genel anlamda hiçbir şeyle uğraşmadığımdan ve sadece okula odaklandığımdan dolayı mutlu oluyor ve derslere daha çok asılmaya başlıyordum. En sevmediğim kısım geliyordu: okuldan sonra koca bir zaman bana kalıyordu. Bu boşluk, beni bir kahve eşliğinde sahilde uzun uzun yürüyüşler yapmaya itti. Günün uzunluğunu o zaman keşfetmiştim. Önceki yıllarımda her zaman çevremde biri vardı, tek kalmıyordum, düşünmüyordum. Gene okumayı çok seviyordum ama kendimi ifade edebilmemin anahtarı olan düşüncelerimi yazıya dökme işini yapmaya bir türlü vakit ayırmıyordum. Bu yüzden ilk başlarda orada kalmam beni bir hayli yalnız hissettirip ufak bir depresifliğe soktuysa da afallamamın verdiği bu duygu durumlarını “olumlu”ya çevirmemin imkansız olmadığını düşünmeye başlamıştım. Bu afallamamın bana verdiği depresifliği elimdekilerin kıymetini (öyle zor bir dönemde ailemin sağlığının yerinde olması, ülkenin hem sağlık hem ekonomik hem de eğitim açısından zor durumda olmasına rağmen benim bundan az etkilenenler kategorisinde oluşum) bilerek üstümden atacağımı fark ettim, kendi kendime düşünme ve yürüme seanslarımın sonucunda. Sonrasında da kendi vicdanımı eyleme geçmeyip “içimdeki şeytan” olarak addettiğim tarafımın yardımıyla kendimi miskinliğim konusunda daha fazla rahatlatmayı beceremediğimi gördüm. Her gece uyumadan aklımı çelen: “Bugün kendine katkıda bulunacak ne yaptın?”, “Ne gördün, ne okudun, nereyi keşfettin?” soruları kafamı kurcalamaya başlamıştı bir kere. 9. sınıfın başında içimde beliren bu “hayatımı düzene koymalıyım, uğraşlarım olmalı, kendimi bilmeliyim” isteği beni artık kendine daha çok çekmeye başlamıştım. Bir ayın sonunda bu yürüyüşlerimi bir düzene soktum. Edebiyat hocamın 15 yıllık hayatımın sonunda benim “bir yeteneğe” sahip olduğumu söylemesi beni bir hayli mutlu etmiş, artık “hiçbir şeyi beceremediğimi” düşünmemi engellememi sağlamıştı. Bu kadar kolay söylesem de gerçekten kendime olan, bazı şeyleri başarabileceğim konusunda olan inancım geri gelmişti. Ben dersleri iyi olan, başka bir şey de iyi olmayan biri değildim artık. “Yazmak” diye yeni bir kavram belirmişti hayatımda. Artık günlük rutinime “yazmayı” katmıştım. Okuldan sonra yürüyor, yazıyor ve çeşitli kavramları irdeliyordum. Sonralarında kendime katkıda bulunsun diye birçok programa katıldım. Aldığım sertifikalar ve insanlara katkıda bulunabilmesi için katıldığım çeşitli dernek çalışmaları bana psikolojik anlamda “işe yaradığımı” hissettirmişti. Orada kalmam da beni kendime yetebileceğime ikna etmişti, hayatımı sürdürebilmem adına. İnsanların hakkımdaki görüşleri olumlu, olumsuz her neydiyse de bunun bir önemi olmadığını, kendimi bilmenin hayatımın esası olarak benimsemem gerektiğini ve “öğrenmeyi” de hayatımın nihai amacı olarak belirlemeye karar vermiştim.

 

10-C SINIFI/Z. AYTEKİN